25.11.13
Sonra dedim ki kendime...
Sonra dedim ki kendime: "Boş ver; düşünme, anlamaya çalışma... Belki
böylesi iyidir. Bırak olduğu gibi kalsın, sen hep orada kal... Kendini
anlatmak boşuna, anlamıyorsa seni... Sadece ihtiyacı olduğunda senin orada olduğunu bilsin."
24.11.13
Baby Mickey Mouse
Ve yeni çalışmam: Bebek Mickey Fare... Küçük meleğim bunu gördüğünde çok mutlu olacak. Yetiştirebilirsem Minnie'yi de örmek niyetindeyim. :)
15.10.13
Yalnızlık Senfonisi
Bazen anlamak bile yetmez... Anlasan da bazı şeyleri "neden" diye sormaktan kendini alıkoyamazsın. Halbuki cevabı bile biliyorsundur, ama işte... bazen anlamak bile yetmez.
Yalnızlık Senfonisi
Anladım sonu yok yalnızlığın
Her gün çoğalacak
Her zaman böyle miydi bilmiyorum
Sanki dokunulmazdı çocukken ağlamak
Alışır her insan, alışır zamanla kırılıp incinmeye
Çünkü olağan yıkılıp yıkılıp yeniden ayağa kalkmak
Yalnızlığım yollarıma pusu kurmuş beklemekte
Acılar gözlerini dikmiş üstüme nöbette
Bekliyorum bekliyorum bekliyorum
Hadi gelin üstüme korkmuyorum
Yalnızlığım yollarıma pusu kurmuş beklemekte
Acılar gözlerini dikmiş üstüme nöbette
Bekliyorum bekliyorum bekliyorum
Hadi gelin üstüme korkmuyorum
Bulutlar yüklü ha yağdı ha yağacak üstümüze hasret
Yokluğunla ben baş başayız nihayet
Bulutlar yüklü ha yağdı ha yağacak üstümüze hasret
Yokluğunla ben baş başayız nihayet
Yalnızlığım yollarıma pusu kurmuş beklemekte
Acılar gözlerini dikmiş üstüme nöbette
Bekliyorum bekliyorum bekliyorum
Hadi gelin üstüme korkmuyorum
Yalnızlığım yollarıma pusu kurmuş beklemekte
Acılar gözlerini dikmiş üstüme nöbette
Bekliyorum bekliyorum bekliyorum
Hadi gelin üstüme korkmuyorum...
Yalnızlık Senfonisi
Anladım sonu yok yalnızlığın
Her gün çoğalacak
Her zaman böyle miydi bilmiyorum
Sanki dokunulmazdı çocukken ağlamak
Alışır her insan, alışır zamanla kırılıp incinmeye
Çünkü olağan yıkılıp yıkılıp yeniden ayağa kalkmak
Yalnızlığım yollarıma pusu kurmuş beklemekte
Acılar gözlerini dikmiş üstüme nöbette
Bekliyorum bekliyorum bekliyorum
Hadi gelin üstüme korkmuyorum
Yalnızlığım yollarıma pusu kurmuş beklemekte
Acılar gözlerini dikmiş üstüme nöbette
Bekliyorum bekliyorum bekliyorum
Hadi gelin üstüme korkmuyorum
Bulutlar yüklü ha yağdı ha yağacak üstümüze hasret
Yokluğunla ben baş başayız nihayet
Bulutlar yüklü ha yağdı ha yağacak üstümüze hasret
Yokluğunla ben baş başayız nihayet
Yalnızlığım yollarıma pusu kurmuş beklemekte
Acılar gözlerini dikmiş üstüme nöbette
Bekliyorum bekliyorum bekliyorum
Hadi gelin üstüme korkmuyorum
Yalnızlığım yollarıma pusu kurmuş beklemekte
Acılar gözlerini dikmiş üstüme nöbette
Bekliyorum bekliyorum bekliyorum
Hadi gelin üstüme korkmuyorum...
3.10.13
27.9.13
"Çöl Çiçeği" Gerçek Bir Kadın Kahraman
Çöl Çiçeği, Waris Dirie'nin gerçek yaşam hikâyesidir. Waris, Somalili göçebe bir ailenin kızıdır. (Waris'in Somali dilindeki anlamı çöl çiçeğidir.) Waris, Somalide daha küçük yaşta iken sıklıkla uygulanan "kadın sünneti"ne maruz kalmıştır. 12 yaşındayken, babası onu 60 yaşındaki bir adamla evlendirmek isteyince Waris evden kaçar ve soluğu Somali başkenti Mogadişu'da alır. Teyzesinin yardımıyla Londra'ya gider. 4 yıl akrabalarının yanında kalır. Birgün hayat ona yeni bir dünyanın kapısını açar: Modellik... Waris'in modellik hayatı Londra'dan Amerika'ya uzanır. Popülaritesinin arttığı yıllarda modellik hayatına son vererek kendini kadın sünnetine maruz bırakılmış kızları korumaya ve buna engel olmaya adar. Hatta bu amacını gerçekleştirme yolunda Birleşmiş Milletler'in insan hakları temsilcisi olur. Günümüzde hâlâ bu konuda çaba harcamaya devam ediyor...
Kadın sünneti, daha doğrusu kadın vahşeti günümüzde genellikle gelişmemiş ülkelerde ama gelişmiş bazı ülkelerde bile hâlâ uygulanmakta olan vahşet içerikli bir uygulama. Kız çocuklarının cinsel organlarının klitorisi, iç ve dış dudakları kesilerek idrar ve adet kannın çıkabileceği bir kibrit çöpü kadar delik bırakılarak, kalan kısım dikiliyor. Bu işlem son derece ilkel araçlarla ve yöntemlerle yapılıyor. Waris kitabında bu işlemi yapan kadına "Katil Kadın" diyor. Katil Kadın, beş altı yaşındaki kız çocuklarına para karşılığı bu işlemi yapıyor. Daha önce kim bilir kaç defa kullandığı pis, kanlı, kör bir jileti cebinden çıkarıp işleme başlıyor. Klitorisi, iç ve dış dudakları tamamen kesiyor. Ve etraftan bulduğu dikenlerle kestiği kısma delikler açıyor ve elindeki iple kesiği dikiyor.
Kadın sünneti yüzünden her yıl binlerce kız çocuğu ya kan kaybından ya da enfeksiyondan ölüyor. Waris'in de bu yüzden 2 kız kardeşi ölmüş. Bununla kalsa yine iyi... Sünnet olmuş kadınlar, erkekler tarafından sadece bir mal gibi görülüyor. Bu kadınlar için adet görmek bir işkence çünkü adet kanının dışarı çıkabileceği yeterli açık yok. Doğum sırasında çektikleri acı cabası... Eşleriyle cinsel ilişki kurmakta zorlanıyorlar ve her defasında bu onlar için yeni bir acı, yeni bir işkence demek... Onlar için sünnetli kadın bekaretin sembolü. Erkek, düğünden sonraki ilk gecede karısıyla cinsel ilişkiye girmek için elindeki kör bir bıçakla açıklığı kesip genişletiyor.
Daha evvel üniversitede Biyoloji öğretmenimizden kadın sünnetini yapıldığını duymuştum ama sadece kadınların cinsel haz duymasını engellemek için klitorislerinin kesildiğini sanıyordum. Bunun vahşet boyutunda olduğunu bu kitaptan öğrendim. İnternette de biraz bu konuda araştırma yaptım ve gördüğüm gerçeklere inanamadım... Waris bunu yaşayan kızlardan sadece birisi. Bu yüzyılda bile hâlâ dünyada bu tip şeyler yapılabiliyor. Bu hiçbir dine, örfe, adeta uyan bir şey değil. Bu bir insanlık suçu...
Dünya Sağlık Örgütü de bu uygulamayı sakıncalı bulmuş ve bu sünnet biçimini “Genital Sakatlanma” (Female Genital Mutilation) olarak adlandırmıştır.
Waris'in hayatı gerçekten insanın yüreğini acıtan türden bir hikâye... Kitabı okurken, özellikle de bu bölümlerde gözyaşlarımı tutamadım. Aynı isimle Waris'in hayat hikayesini ele alan 2009 yapımı "Çöl Çiçeği" adlı bir film de var. 20 dile çevrilmiş ve uluslararası "bestseller" olan kitap gerçekten sürükleyici bir anlatıma sahip. Önce kitabı okuyun, sonra da filmi izleyin derim...Hatta kitabı verin eşiniz, dostunuz, arkadaşınız da okusun.
Kadın sünneti, daha doğrusu kadın vahşeti günümüzde genellikle gelişmemiş ülkelerde ama gelişmiş bazı ülkelerde bile hâlâ uygulanmakta olan vahşet içerikli bir uygulama. Kız çocuklarının cinsel organlarının klitorisi, iç ve dış dudakları kesilerek idrar ve adet kannın çıkabileceği bir kibrit çöpü kadar delik bırakılarak, kalan kısım dikiliyor. Bu işlem son derece ilkel araçlarla ve yöntemlerle yapılıyor. Waris kitabında bu işlemi yapan kadına "Katil Kadın" diyor. Katil Kadın, beş altı yaşındaki kız çocuklarına para karşılığı bu işlemi yapıyor. Daha önce kim bilir kaç defa kullandığı pis, kanlı, kör bir jileti cebinden çıkarıp işleme başlıyor. Klitorisi, iç ve dış dudakları tamamen kesiyor. Ve etraftan bulduğu dikenlerle kestiği kısma delikler açıyor ve elindeki iple kesiği dikiyor.
Kadın sünneti yüzünden her yıl binlerce kız çocuğu ya kan kaybından ya da enfeksiyondan ölüyor. Waris'in de bu yüzden 2 kız kardeşi ölmüş. Bununla kalsa yine iyi... Sünnet olmuş kadınlar, erkekler tarafından sadece bir mal gibi görülüyor. Bu kadınlar için adet görmek bir işkence çünkü adet kanının dışarı çıkabileceği yeterli açık yok. Doğum sırasında çektikleri acı cabası... Eşleriyle cinsel ilişki kurmakta zorlanıyorlar ve her defasında bu onlar için yeni bir acı, yeni bir işkence demek... Onlar için sünnetli kadın bekaretin sembolü. Erkek, düğünden sonraki ilk gecede karısıyla cinsel ilişkiye girmek için elindeki kör bir bıçakla açıklığı kesip genişletiyor.
Daha evvel üniversitede Biyoloji öğretmenimizden kadın sünnetini yapıldığını duymuştum ama sadece kadınların cinsel haz duymasını engellemek için klitorislerinin kesildiğini sanıyordum. Bunun vahşet boyutunda olduğunu bu kitaptan öğrendim. İnternette de biraz bu konuda araştırma yaptım ve gördüğüm gerçeklere inanamadım... Waris bunu yaşayan kızlardan sadece birisi. Bu yüzyılda bile hâlâ dünyada bu tip şeyler yapılabiliyor. Bu hiçbir dine, örfe, adeta uyan bir şey değil. Bu bir insanlık suçu...
Dünya Sağlık Örgütü de bu uygulamayı sakıncalı bulmuş ve bu sünnet biçimini “Genital Sakatlanma” (Female Genital Mutilation) olarak adlandırmıştır.
Waris'in hayatı gerçekten insanın yüreğini acıtan türden bir hikâye... Kitabı okurken, özellikle de bu bölümlerde gözyaşlarımı tutamadım. Aynı isimle Waris'in hayat hikayesini ele alan 2009 yapımı "Çöl Çiçeği" adlı bir film de var. 20 dile çevrilmiş ve uluslararası "bestseller" olan kitap gerçekten sürükleyici bir anlatıma sahip. Önce kitabı okuyun, sonra da filmi izleyin derim...Hatta kitabı verin eşiniz, dostunuz, arkadaşınız da okusun.
16.3.13
Silver Linings Playbook/Umut Işığım (2012)
Pat (Bradley Cooper), ruhsal sorunları olan
biridir. Hayatta her şeyini kaybettiğini düşündüğü bir anda kendisi gibi
sorunları olan Tiffany (Jennifer Lawrence) ile tanışır. İkili fark etmeden bir
bahisle başladıkları arkadaşlıklarını daha da öteye götürürler. Birbirlerinin yaralarını sararlar. Filmin
başında eski eşini yeniden kazanmak için çabalayan Pat’in ilerleyen dakikalarda
Tiffany’e kapıldığını görüyoruz. Filmin konusu biraz klişe olabilir ama Bradley
Cooper ve Jennifer Lawrence, oyunculukları ile ayrı bir tat vermişler
filme. Jennifer Lawrence en iyi kadın
oyuncu dalında aldığı Akademi Ödülü’nü fazlasıyla hak etmiş. Filmi izleyip bitirince,
hayatta yaşadığımız bazı olumsuzlukların, mutlu yarınlara gebe olabileceğini
düşündüm. Bu fırsatları kaçırmamak bizim elimizde. Doğru tercihi, doğru zamanda yapabilmek
mesele. Filmde Pat’in babası şöyle diyordu: “Hayatta karşına böyle
fırsatlar çıktığında ona uzanmamak günahtır. Sana söylüyorum, günahtır.
Uzanmazsan ömür boyu lanet gibi peşinden gelir. Şu an hayatında büyük bir dönüm
noktasındasın.”
Hayatta
önümüze çıkan fırsatları kaçırmamak dileğiyle…
8/10
3.3.13
Hoşça Kal Müslüm Baba!
Kendine has tarzıyla bir devdi Müslüm Baba... Öyle veya böyle her müziksever onda kendinden bir şeyler bulabiliyordu. Bugün onu kaybettik. Kendisi sadece 59 yaşındaymış. Bir insan ömrü için ne kadar erken bir ölüm. Böyle değerlerin ölümü beni gerçekten çok üzüyor. Bütün sevenlerinin başı sağ olsun... Artık şarkılarıyla kalplerimizde yaşayacak... Bir ömür yetmez derdi ya şarkıda, yetmedi yetmedi Müslüm Gürses... Ayıp ettin bize, şarkılarını öksüz bıraktın gittin. :(
En sevdiğim şarkısı "Sebahat Abla"... Bilmem kaç kere dinlemişimdir.Sizinle de paylaşmak istedim...
Ölümü ile ilgili Hürriyet'in haberi: http://www.hurriyet.com.tr/magazin/magazinhatti/22727953.asp
2.3.13
Rüştü ile Mediha... Kavuşamayınca öldüler...
Kelebeğin Rüyası filmini izledim bugün. Filmde adı geçen Zonguldaklı şairler Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu'yu araştırdım. Rüştü'nün Mediha ile olan aşkına dair Araştırmacı Yazar Erol Çatma'nın bir yazısını buldum ve burada da paylaşmak istedim. Okurken insan gözyaşlarına hakim olamıyor doğrusu.
Mediha Sessiz ve Rüştü Onur
Araştırmacı Yazar Erol Çatma hazin bir aşkın hikayesini yazdı...
Rüştü ile Mediha
Aşkın birçok tarifi yapılır, “ölesiye sevmek”, “uğrunda
ölmek”, “onsuz yaşayamamak”
gibi.
Anadolu’da, “Tahir
ile Zühre”, “Kerem ile Aslı”, “Ferhat ile Şirin”, “Leyla ile Mecnun”, “Yusuf ile Züleyha”, “Memo-Zin”, ilk akla gelen aşk
destanlarıdır.
Gerçektir, değildir bilinmez, ama aşk, bizim aşkımız olur,
kahramanları da yine bizler oluruz. Yani aşk her şeyi ile bizimdir, bizi
anlatır.
Aşkı anlatan en güzel şiirlerden “Tahir ile Zühre”yi severek okurum.
Aşkın tarifi konusunda iki söylemi çok tutarım. Birincisi; “Hiçbir karşılık beklemeden sürekli vermek”tir.
İkincisini ise, kızımın kitabına yapıştırdığı etikette okudum. “Aşk, asla pişman olmamaktır” diye
yazıyordu, etiketin üzerinde. “İşte
benim inandığım aşkın tarifi bu” diyerek, çok sahiplenirim, aşk için asla
pişman olmamayı. Aşkta sınır yoktur. Aşk, ne din, ne ırk, ne fakir, ne zengin,
ne de ölüm dinler. İnsanın yaşamı boyunca bir kere âşık olma şansı vardır, âşık
olmuşsan, kavuşmak için ölümüne mücadele eder, her şeyi göze alırsın. “Kavuşamazsam, ölürüm” dersin Rüştü
gibi. Ama kavuşamadın mı, ne yapsan çaresi yoktur, belki yaşarsın, ama nefes
alan bir ölü gibi yaşarsın.
Aşkın kırsal söylemi, karşımıza genellikle sevda olarak çıkar.
Aşk ile sevda arasındaki ince çizgiyi, yine başka bir ince söylem anlatır
bizlere, “Aşk söyletir, sevda
ağlatırmış” derler.
Kavuşamayan âşıkların son noktası için kullanılan bir söz
vardır ki, memleketimizde, “kara sevda”
olarak ifade edilir. Sonu ölümle biten sevdaları imgeler, sevdası için
ölenleri, ölebilenleri ve sevdanın büyüklüğünü anlatabilmek için kullanılır, “kara sevda” söylemi. Tek anlamı budur,
kara sevdanın. Zaten kara, olumsuzluğun en kötüsü, ölümün rengi değil midir?
Kentimizden kısa ömürlü süren ve halan daha izleri kalan iki
kısa evlilik yaşanmıştır. İlki Oktay Rıfat’ın Türkan’la olan evliliğidir.
İkinci Dünya Savaşı’nın bedeli olan stres ve yokluk içindeki günlerin bir
eseridir, Türkan’ın ölmesine neden olan verem hastalığı.
Çok merak etmişimdir Türkan’ı, arayıp buldum fotoğrafını. “Yazık ki, ne yazık” diyesi geliyor
insanın içinden, Türkan’ın güzelliğini görünce.
Sonra bir gün, Türkan’ın mezarını bulmam gerektiğini
düşündüm, yıllarca aradım mezarı “Asri Mezarlık
kazan, ben kepçe.” Sadece ben mi, benden evvelde çok aranmış mezar.
“İş edinip kendine, uzun uzun aradı Türkan Hanım’ın mezarını şair
arkadaşım Doğan Şadıllıoğlu, ama bulamadı. Ne zaman açılsa konu, ‘Bakmadığım
mezar kalmadı Üzülmez Mezarlığı’nda’ diyordu, üzülüyordu. Kim bilir, Türkan
Hanım’ın kendisini bulmuştur o karanlıklar ülkesinde belki de!” diye yazıyor İrfan Yalçın, “İçimdeki Zonguldak” isimli
çalışmasında.
Doğan Ağabey bulamamış, ama ben buldum Türkan’ın mezarını,
bir avukat arkadaşım sayesinde. İrfan Ağabey haklı çıkmıştı, Doğan Ağabeyin
mezarı ile kapı komşu sayılır Türkan’ın mezarı, birbirine o kadar yakınlar.
Aynı yıllarda, ayrı imkânlar içinde, iki ölüm ve bir aşk
daha çok üzer insanları Zonguldak’ta. Ama bunlar farklıdır, ilk aşk hikâyesinin
kahramanlarından. İkisi de hastalıklı, ikisi de fakir, ikisi de devletin
imkânlarından mahrum, ikisi de birbirine ve ölüme, pamuk ipliği ile bağlı.
Pamuk ipliği, ölüm ve aşk “Rüştü ile
Mediha” olup çıkıyor karşılarına, yaşamlarının son günlerinde.
Rüştü, belki kurtarabilirdi kendisini, Mediha’nın ölümünden
sonra, ama yorgundur, umutsuzdur, “Biz
hastayız, bakılmak lazım. Hani para, hani sanatoryum, hani şefkat? Altı aydır
sıra bekliyorum” diyerek hayıflanmıştır Salah Birsel’e yazdığı mektupta.
1941 yılının başında hastalığı yeniden şiddetlenmiştir. Üç
ay Zonguldak’ta hastanede kalır. Daha sonra sanatoryumda yatma sırası gelir.
1941 yılın sonuyla 1942 yılının başında Heybeliada Sanatoryumu’nda kalır. 1942
yılının Mart ayında sanatoryumdan çıktığı vakit yedi kilo almış, hastalığı
yenmiştir.
1942 yılının ortalarında yine hastalanır. Duygularını şöyle
ifade eder Rüştü:
“Bugün çok sevdiğim dünyaya doyamayacağım gibi geliyor bana. Daha
koklamadığım çiçekler var, tadamadığım meyveler, havasını teneffüs edemediğim,
insanlarıyla omuz omuza gezemediğim şehirler. Ve nihayet yazamadığım şiirler.
Ben ölecek adam değilim Salah. Fakat bilinmez ki mukadderat.”
(5 Haziran 1942 tarihli mektuptan-Rüştü Onur. Hazırlayan: Salah Birsel,
Karşı Yayınlar. İkinci Basım: Aralık 1992: Ankara)
Bu defa hastanede tifo tedavisi görmekte olan Mediha Sessiz
adlı bir kızla tanışır. Kıza yıldırım hızıyla âşık olur ve yine aynı hızla
nişanlanır. 7 Ağustos 1942 tarihinde Zonguldak Halkevi’nde sade bir törenle
nişanlanırlar. Bir gün sonra da kız ve ailesi Anafarta Vapuru ile İstanbul’a
dönerler.
Nişanlanmasını, “Cevabımın birkaç gün gecikmesinin sebebi
şudur: Nişanlandım. Sana şimdi ne söylemem lazım geldiğini maalesef bilmiyorum.
İnsan, fevkalade anlarda, fevkalade bir şeyler söyleyemiyor. Sana yalnız
hudutsuz memnuniyetimi söyleyebilirim. Bugün hayatımdan biraz daha memnunum.
Yarın da memnun olabileceğimi sanıyorum. Kolay değil azizim. Âşık oldum piyade.
Darısı dostların başına”([1]) sözleriyle
aktarır Salah Birsel’e.
Mutludur Rüştü. Üstelik bu bir aşk mutluluğudur, Mediha’ya âşık
olmuştur, bir umut ışığı ısıtmıştır kalbini. Zonguldak kentini de sevmiştir,
bir kentin nasıl sevilmesi gerektiğini en kısa olarak, “Sen aziz şehrim, / Ellerim, gözlerim kadar benimsin” dizeleriyle o
anlatabilmiştir belki de. Bir şair, yaşama doyamamış, erken öleceğini bilen bir
şair için, ellerin ve gözlerin önemi ne ise, Zonguldak sevgisi de, o kadar
büyüktür Rüştü’de.
Mediha’ya da bir mektup yazar, “Ne tuhaf yastıkta başının yeri hala kaybolmamıştı” diye Mediha’ya
olan sevgi ve hassasiyetini belirmiştir. Mediha’nın baş koyduğu yastığı
bozmamıştır, bozamamıştır belki de, ikisinin de aynın yastığa baş koyma
özlemidir bu satırları yazdıran.
Aynı mektupta Mediha’ya, “Meraktayım Mediha, hastalığın
nedir? Bu kadar ateş niye? Öğrenmek istiyorum. Aklına şu gelmesin; ‘Rüştü benim
hastalığımın fena olduğunu öğrenirse, benden kaçar’ deme. Allah göstermesin. En
fena illete yakalansan da, benim karım olacaksın. Seni mezara kadar beklerim.
Bak bende hastayım ne çıkar” cümlelerini yazar, ama biliyordur ne
olacağını. Onun için ellerini çabuk tutmalıydılar.
Bir mektubunda da, Mediha’nın düğünleri için bir yıl bekleme
önerisine; Rüştü, “Bir sene bekleme meselesine gelince, bende ona taraftarım. Ancak
toparlanırız” şeklinde cevap yazmasına rağmen 15 Ekim 1942 tarihinde
evlenirler. Rüştü’de artık İstanbul’da, Şair Leyla Sokağı’na yerleşmiştir.
Kemal Uluser, Muzaffer Tayyip’e yazdığı mektupta; Rüştü
Onur’un, bu sokaktan, bu sokağın insanlarından memnun olduğunu belirtiyor. Rüştü Onur, Şair Leyla Sokağı’nı şu dizelerle
anlatıyor.
“Şair Leyla Sokağı/ Payıma düşen toprak
parçası / Seninde payına düşer. / Ayrılık gayrilik yok / Ölüm nefesinde nasıl
olsa. / Amma henüz vakit erken / Daha dün / Karşı apartmanın balkonunda / Dur
bakalım hele / Ben salata satayım /Şair Leyla sokağında / Sen gene koş / Bez
fabrikasındaki tezgâhının başına. / Ölüm içimde /Ölüm dışımda / Ölüm talihsiz
aşımda / Ölüm kuru başımda / Teselli benim gözyaşımda.”
Çok uzun bir vakit geçmeden korkunç son yakalamıştır
Mediha’yı. Kısacık süren mutlu evlilikleri bitmiştir. Evliliklerinin 27’nci
gününde gittikçe güçsüzleşen bedeni dayanamamıştır, tifo hastalığına
yenilmiştir Mediha.
Aşkının dramatik olarak son bulması, Mediha’nın kopup
gitmesi, onu bir daha görememe, kavuşamama duygusu davetiye çıkartmıştır adeta,
Mediha’nın peşi sıra gitsin diye, Rüştü’ye. Mediha öyle istememiş, kıyamamıştır
ona, Rüştü’nün dünyadan koparak, ardı sıra kara topraklara girmesini, şiirden
ve arkadaşlarından ayrılıp peşi sıra gelmesini. Rüştü kendisi gitmek istemiş
arkasından belli ki. Ölmeden önce yazdığı, “Elveda”
şiirinde:
“Elveda ey tanrım, artık elveda! / Elveda kırkı içindeki aşklarım!/
Elveda ey menekşe gözlü karım!/ Ki yaşamakta uzak bir adada.”
“Bu ölüm üzerine iyice sarsılan şair, kendini tümüyle içkiye verdi. Her
akşam içmeye başlamıştır. Nihayet o da ciğerlerinden gelen fazla kandan, Mediha
Hanım’dan 25 gün sonra, 2 Aralık 1942 tarihinde Beşiktaş’ta Şair Leyla Sokağı’nda
boğularak ölür.”
(Tunay Karakök - Edebiyatta Zonguldak Bienali. Bildiriler Kitabı)
Muzaffer Soysal bir makalesinde:
“Rüştü’yü ölüm habersiz yakaladı. O tertemiz çocuk, o hastalıkları
atlatmış, -şiirleri müstesna- romantiklikten uzaklaşmış, pırıl pırıl saçlı çocuk,
bir haftalık gelin iken ölen karısının peşinden ölüverdi.
Rüştü’nün karısı esmer bir
Beşiktaş kızı idi, kocası onu anlatırken ‘dal gibi’ derdi. Annesi şimdi,
Beşiktaş’ta siyah başörtüsü ile marul satar, durur. Her görüşümde, kızını mı
hatırlar, damadını mı bilmem, gözleri nemlenir. ‘Yaşadığımdan utanır gibi
olurum’ diyerek anlatır anılarını.”
(Rüştü
Onur. Salah Birsel. Muzaffer Soysal. Yenilik, Sayı 36, Aralık 1955)
Kemal Uluser ise, sanki bugünleri düşünerek yazmıştır
aşağıdaki satırları:
“Biz onu bir gün unutacağız, belki de unuttuk bile. İnsanoğlunun kaderi
budur. Ama ara sırada olsa, bazen bir mısra, bazen bir nükte, bazen bir sevda
hikâyesinin kahramanı halinde yanı başımızda bitiverecek. O vakit ‘aman’ diyeceğiz,
‘sen misin Rüştü?’ öldüğünü unutacağız.”
(Kemal Uluser’in, Muzaffer Tayyib’e Mektubundan)
Bir arkadaşım verdi bana Mediha ve ailesinin resimlerini,
Muzaffer Soysal’ın tarifine tıpatıp uyuyor, “dal gibi, menekşe gözlü” bir genç kız. Anacığının başörtüsü de
yazıldığı gibi. Kız kardeşi de tıpkı Mediha gibi.
Yazılanlardan bir tek farklı olan şey, Mediha’nın “Roman”a benzememesi. Hep Roman olarak
düşünmüşümdür, Rüştü Onur’un ölesiye sevdiği ve arkasından gittiği Mediha’yı.
Olsun be, ne fark eder, “Roman” diye
yanlış yazdılarsa, olaya hep araştırmacı mantığıyla mı bakmak lazım. Dedik ya “aşkın dini, ırkı, fakiri, zengini olmaz”
diye. Artık, “Rüştü’nün şiirleri kadar,
aşkınında güzelliğini yazmak gerekir” diye düşünüyorum.
Uğrunda ölünebilecek “dal
gibi, menekşe gözlü” aşklar olmasa, yaşamın ne tadı olur ki…
Kelebeğin Rüyası (2013)
"Kelebeğin Rüyası" konusu gerçek hayattan alınmış bir film. Acılarını, hüzünlerini şiirlerine dökerek hayata devam eden, 20'li yaşlarında gencecik iki delikanlı: Muzaffer ve Rüştü... "Şairler erken ölür", Behçet Necatigil'in öğrencilerinden olan Muzaffer Tayyip Uslu ve Rüştü Onur için söylenmiş bir söz sanki... Yıl 1941, bir yandan tedavisi o yıllarda pek mümkün olmayan verem illeti, bir yandan da yoksulluk bu iki genci yakasına yapışmıştır. Öleceklerini bile bile bütün duygularını şiirlerine dökerler. Şiirlerinde en çok da aşka dair duygulara yer verirler... Rüştü'nün kalbi, Mediha'nın aşkı ile; Muzaffer'in kalbi Suzan'ın aşkı ile yanıp tutuşmaktadır. Ömürleri kelebeklerinki kadar kısa olsa da "sevmek" onların da hakkıdır...
18.1.13
In A Better World - Hævnen (2010)
"Daha İyi Bir Dünya Mümkün mü?"
Danimarkalı yönetmen Susanne Bier'in Oscar ödüllü filmi. Filmin adı albenili geldi, indirip izleyeyim dedim.
Hikâye Christian ve Elias isimli iki çocuğun yollarının kesişmesiyle başlıyor. Elias'ın babası doktordur, Afrika göçmen kampındaki hastaları tedavi etmektedir. Karısı ile boşanma noktasındadır.
Christian'ın annesi yakın bir zamanda kanserden ölmüştür ve bu durum onu yalnızlaştırmıştır, çocuk adeta kendini hayattan soyutlamıştır. Ruh hali pek de sağlam değildir. Okulda Elias'ın arkadaşları tarafından zorbalığa uğradığını görünce ona yardım eder ve ikili arkadaş olur. Christian ve Elias, kendilerine haksızlık yapanlara cezalarını bizzat kendileri vermeye karar verir. Bu durum onların için olumsuz sonuçlar doğuracaktır. Lakin iki çocuğun da hayatlarındaki problemleri ile başa çıkmalarına da katkıda bulunacaktır.
Filmde Afrika göçmen kampında yaşayan insanların hayatları ile Danimarka'nın cennet gibi bir şehrinde yaşayan iki çocuğun hayat öyküsü başarılı bir şekilde birleştirilmiş. İnsan olmanın gereği, vicdan sahibi olmak, pişmanlık gibi duygular başarılı bir şekilde işlenmiş. Filmde insanlar iyi olursa, daha iyi bir dünyanın varlığının olası olduğuna işaret ediliyor. Zira Elias ve Christian da filmin sonunda zorbalığın, kötülüğün hiçbir şeyi halledemeyeceğini fark etmiştir.
Sıkılmadan, yer yer duygulandığım ve iyi ki izlemişim dediğim bir film... Aldığı ödüllere fazlasıyla layık.
8/10
Danimarkalı yönetmen Susanne Bier'in Oscar ödüllü filmi. Filmin adı albenili geldi, indirip izleyeyim dedim.
Hikâye Christian ve Elias isimli iki çocuğun yollarının kesişmesiyle başlıyor. Elias'ın babası doktordur, Afrika göçmen kampındaki hastaları tedavi etmektedir. Karısı ile boşanma noktasındadır.
Christian'ın annesi yakın bir zamanda kanserden ölmüştür ve bu durum onu yalnızlaştırmıştır, çocuk adeta kendini hayattan soyutlamıştır. Ruh hali pek de sağlam değildir. Okulda Elias'ın arkadaşları tarafından zorbalığa uğradığını görünce ona yardım eder ve ikili arkadaş olur. Christian ve Elias, kendilerine haksızlık yapanlara cezalarını bizzat kendileri vermeye karar verir. Bu durum onların için olumsuz sonuçlar doğuracaktır. Lakin iki çocuğun da hayatlarındaki problemleri ile başa çıkmalarına da katkıda bulunacaktır.
Filmde Afrika göçmen kampında yaşayan insanların hayatları ile Danimarka'nın cennet gibi bir şehrinde yaşayan iki çocuğun hayat öyküsü başarılı bir şekilde birleştirilmiş. İnsan olmanın gereği, vicdan sahibi olmak, pişmanlık gibi duygular başarılı bir şekilde işlenmiş. Filmde insanlar iyi olursa, daha iyi bir dünyanın varlığının olası olduğuna işaret ediliyor. Zira Elias ve Christian da filmin sonunda zorbalığın, kötülüğün hiçbir şeyi halledemeyeceğini fark etmiştir.
Sıkılmadan, yer yer duygulandığım ve iyi ki izlemişim dediğim bir film... Aldığı ödüllere fazlasıyla layık.
8/10
Yeni Patikler...
Daha önce ördüğüm mavi patiğin bir kısmını söküp modeli biraz değiştirdim, sonunda tamamen içime sinen bir model oldu. Pembe patikler de arkadaşımın kızına hediye... :)
5.1.13
Pembe Hello Kitty Patiklerim
Elimdeki modeli birazcık daha değiştirerek yeni bir patik daha ördüm. :) Bu pembe Hello Kitty patiği arkadaşımın yeğenine hediye edeceğim. :)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)